11 Ekim 2017 Çarşamba

Miyazaki ve Muhafazakarlık (Mononoke-hime Spirited away)

      Miyazaki filmleri denince aklıma az önce ne izledim ben dediğim ne olduğunu anlamasam dahi zevk aldığım filmler geliyor. Genelde Miyazakinin filmlerini izlerken verilen bir mesaj olduğunu veya derin anlamlar olduğunu pek düşünmem ancak Ruhların Kaçışı ve Prenses Mononoke filmleri bu yönden diğerlerinden bariz bir şekilde ayrılıyor. Örneğin Ruhların Kaçışında karşımıza tüketici toplum ve insanların kültürlerinden uzaklaşmaları eleştirilirken Prenses Mononoke'de ise insanların doğayı katletmeleri ve bencilce hırslarının ne kadar büyük yıkımlara yol açacağı anlatılıyor.
     Biraz daha derinlemesine inceleyebilmek için Ruhların kaçışı filminin başlangıç sahnesinden başlayalım. Film Chihiro ve ailesinin Meiji dönemi mimarisiyle yapılmış bir kasabaya gelmesiyle başlıyor. Kasabada yaşayan görünürde kimse olmamasına rağmen her yer yemeklerle doludur ve Chihiro'nun anne babası kendilerini durduramaz ve nasıl olsa paramız var diyerek yemekleri yemeye başlarlar ve yemeleriyle birlikte sahne gitgide iğrençleşir ve birer domuza dönüşürler. Evet domuza yani tüketicilerin ve emek sömürücülerinin en alışılagelmiş simgelerinden birine. Ailesinin  domuza dönüşmesiyle film uçuklaşmaya başlar. her yerden ruhlar çıkmaya başlar. Buradaki ruhlar bizim batılı kafalarımızın anladığından çok daha farklı anlamlar ifade ediyor. Ruhlar doğulular için sadece ölülerin ruhları değil aynı zamanda diğer bütün canlıların ve cansızların ve kendi kurguladıkları mitolojik karakterleri de ifade eder. Yani neden Meiji döneminde bir kasabaya geldiğimiz anlaşılmaya başlıyor. Meiji dönemine yani kapitalizmin Japonyada kendisini en çok hissettirdiği, ruhlara olan inancın zayıfladığı, eski toplumsal kurumların çözüldüğü bir dönem.
     Filmde bana etkileyici gelen bir diğer husus ise isimlerin önemi. Yubaba, Haku ve Chihironun isimlerini değiştirdiği için eğer eski isimlerini unuturlarsa kendi dünyalarına geri dönemeyecekleri söyleniyor. Burada benim isimden anladığım şey ismimizin köklerimize olan bağımız olduğudur. İçinde doğduğu kültürü ve geçmişini unutmamak muhafazakarlığın değişmez bir ilkesi olsa gerek.
     Prenses Mononokede ise Ruhların kaçışına göre -en azından farkettiğim kadarıyla- daha az sembol içeren sanayileşmeye başlayan insanın virüs gibi yayılarak doğaya katledişini bizim alışkını olduğumuz eşref-i mahlukat anlayışının bir sonucu olan antroposentrik dünya anlayışının tersi olacak şekilde doğadaki ruhlara ve hayvanlara akıl yetisi vererek eleştiriyor. Sadece bunlar bile bize doğu insanının ruha ve doğaya bakışı açısından bir çok şeyi kavratıyor ve sadece batıyı merkeze alan bir çerçeveden bakmakla Miyazaki gibi bir çok değeri anlamaktan yoksun kaldığımızı gözler önüne seriyor.

7 Nisan 2017 Cuma

Ghost In Shell 1995 vs 2017

Ghost in the shell bende ayrı bir yeri olan ve içerdiği düşüncelerle beni en çok etkileyen anime filmlerinden biri. Hal böyle olunca Hollywood'un filmi tekrar beyaz perdeye uyarlayacağını duyduğum da ister istemez bende önyargılar oluştu ve bu önyargılarımda çok da haksız olmadığımı gördüm çünkü geçen hafta vizyona giren film orjinalinin felsefesini yansıtmaktan son derece uzaktı.

Orjinali ile 2017 yapımı olan film arasındaki farklılıklardan başlayacak olursak ilk olarak dikkatimi çeken müzikler oldu. Kenji Kawaii'nin o insanı rahatsız eden ve etkileyen müzikleri gitmiş ve yerini techno müzikler almıştı. Elbette bu tarz bir karar filmin akıcılığını arttırması ve hitap ettiği kitleyi genişletmesi için alınmış olduğu belli olsa da orjinal filmden çok farklı bir atmosfere gidilmesine ve filmin senaryosundaki varoluşçu felsefenin içinin boşaltılmasına neden olmuş. 

Bir diğer farklılık ise uyarlama olan sahneler ve senaryoda yapılan değişiklikler idi. Orjinal filmin ünlü sahnelerinin çoğunu daha hollywoodvari ve sansürlenmiş olarak filmde gördük. En çok merak ettiğim sahne olan sayborgların nasıl yaratıldığını anlatan sahne ise oldukça sansürlenmişti. Ucuz bilimkurgu filmlerini andıran bu sahne etkileyicilikten yoksundu. Yaratılış sahnesine göre daha iyi uyarlanmış olduğunu düşündüğüm diğer bir yer ise tank sekansıydı burada da orjinalini geçememiş ve gereksiz duygusallıklar katılmış. Son olarak senaryoda yapılan belli başlı değişikliklere bakacak olursak filmi duygusallaştırmak için Motokonun annesini ve geçmişini eklemeleri idi. Bu sahnelerle yaratılmak istenen duygusallık bile amacına ulaşamamakla birlikte orjinal filmdeki Motoko'nun kendisini ötekileşmiş, "ben kimim?" sorusunun cevabını arayan ruh halinden oldukça uzaklaştırmış.

Genel bir değerlendirme yaptığımda Kabuktaki Hayalet filmi görsel olarak bir çok sahneyi orjinal filmden almasına rağmen orjinal filmin felsefesinin anlatılmak istendiği sahneler ise müziklerin hareketli olması, senaryoya katılmış duygusal sahneler ve diğer gişe kaygısından kaynaklanan sebeplerden ötürü tutarsız ve basit kalmış. Bir tarafta insanoğlunun varoluşunu sorgulayan ciddi tartışmalara yol açan bir sahne varken diğer tarafta yönetmenin bize "Motoko'nun annesi kim acaba?" gibi basit sorunlara gitmesi yer alıyor hal böyle olunca da Kabuktaki Hayalet filminin yeniden çekilmiş versiyonu parlak hologramları ve heyecanlı aksiyon sahneleriyle iyi bir "kabuk" olsa da "hayalet"i kavratmak konusunda yetersiz kalıyor. 

Puanım 4/10